Beyin Fırtınası

Genel Konular
Kullanıcı avatarı
Ati10
Admin
Admin
Mesajlar: 975
Kayıt: 12 Eki 2006, 01:48
Konum: burhaniye
İletişim:

Mesaj gönderen Ati10 »

bu güzel görüşleriniz için teşekkürler esengül, emoş ve ogün :gul:
En son Ati10 tarafından 28 Ağu 2007, 10:03 tarihinde düzenlendi, toplamda 2 kere düzenlendi.
Forum Kurallarımız : https://gerigeldik.com/B3/viewtopic.php?f=1&t=1
Kullanıcı avatarı
Ati10
Admin
Admin
Mesajlar: 975
Kayıt: 12 Eki 2006, 01:48
Konum: burhaniye
İletişim:

Mesaj gönderen Ati10 »

bu konuda çok şey söylenebilir.. benim ilk aklıma gelenleri sıralamaya çalışayım:
insanlar yeternice tanımadığı, bilmediği kişiller hakkında iftira yada olumsuz fikirler üretebilir mi?
iyimser bir insan için bu çok zor.. iyimserlik ve kötümserlik çizgileri nasıl ayrılır? diğer bir deyişlle bir insanı iyimser yada kötümser, olumlu yada olumsuz yapan çizgi nedir?
işte en belirleyici davarnış motiflerinden biri de iftirada bulunma yada haketmediği şekilde birinin hakkında olumsuz konuşma..

bir insan belki çevreden gerçekten etkilenmiş ve olumsuz düşüncelere sahip olmuş olabilir.
ancak, bizzat tanık olmak ve başkalarının anlattıklarıyla değil, edindiği bilgi ve gözlemleriyle yargıya varmak en doğru yol olsa gerek..
bunu yapmayıp tanımadığı insanlarla ilgili bu tür olumsuzluklar içinde olanlarla ilgili benim söyleyebileceğim olasılıklar şunlar olabilir:
- kişinin önyargılıolması,
- sağlıklı düşünme yeteneği yok yada kaybetmiş olması,
- içindeki kötülük duyguları ağır bastığı için buna engel olamaması,.
- sağlıklı bir kişilik yapısına sahip olmaması,
- aşırı hırs ve çıkarcı bir yapıya sahip olması,
- kendi eksikliklerinden dolayı çekememezlik ve kompleks sahibi olması,

bunlar çoğaltılabilir..
sanırım olgunlaşma ve kendini aşma konusunda mesafeler almış bir kişilik bu tür zaafiyetlerden sıyrılma konusunda önemli mesafeler de almış olacaktır.
Forum Kurallarımız : https://gerigeldik.com/B3/viewtopic.php?f=1&t=1
Kullanıcı avatarı
lady çınar
Yeni Üye
Mesajlar: 36
Kayıt: 14 Eki 2007, 14:25
Konum: kars

Mesaj gönderen lady çınar »

size çaresizlikle ilgili mümin sekman ın kaleminden bişeler yazmak istedim...
ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİK,BAŞARISIZLIĞI YORUMLAMA BİÇİMİNDEN DOĞAR...

öğrenilmiş çaresizlik,başımıza gelen olayları yorumlama biçimimizden doğar.aynı durumun iki farklı yorumu,insanı öğrenilmiş çaresizliğe veya öğrenilmiş başarıya götürebilir.insanların başlarına gelen aynı olayı nasıl farklı şekilde yorumlayabildiklerini gösteren çok sayıda örnek vardır.
afrika ya iki ayakkabı pazarlamacısı gönderilir.hiç kimsenin ayakkabı giymediğini görürler.
kötümser:'burada hiç kimse ayakkabı giymiyor,ayakkabı satılamaz.'
iyimser:'burada hiç kimsenin ayakkabısı yok,herkese ayakkbı satabiliriz!'


öğrenilmiş çaresizliğe düşmeyenlerin bakış açısına güçlü bir örnek EDİSON PERSPEKTİFİdir.ünlü mucit,ampulün içindeki teli bulmak için yaptığı denemelerde yüzlerce kez başarısız olduğunda başarısızlığını 'başarıya götürmeyen yolları ekmek' olarak görüp,'her denememde başarısız olmaya götüren bir yol buluyorum' diyebilmiştir.
öğrenilmiş çaresizliği bir pc programına benzetebiliriz.beyninize yüklendiğinde ondan sonra,yüklenen tüm yeni programları ve yapılan tüm işlemleri yavaşlatan bir iç program.bu programın en kritik fonksiyonu başımıza gelen olaylara verdiğimiz tepkileri etkilemesidirr........bencede böle :bye:
Tabirim caiz değil , numunem yok , sende kalsın aslım....


LADY ÇINAR
Kullanıcı avatarı
Ati10
Admin
Admin
Mesajlar: 975
Kayıt: 12 Eki 2006, 01:48
Konum: burhaniye
İletişim:

Mesaj gönderen Ati10 »

konuyla ilgili çok yerinde bir yazı, teşekkürler lady. konuya bir de öğrenme boyutunu katmış olduk.. kendi düşüncelerimizi de bu tür uzman görüşlerle zenginleştirebiliriz.. daha sonra bu konuda ben de düşüncelerimi yazmak istiyorum..
Forum Kurallarımız : https://gerigeldik.com/B3/viewtopic.php?f=1&t=1
Kullanıcı avatarı
xxl55
Yeni Üye
Mesajlar: 192
Kayıt: 12 Eki 2006, 19:18
Konum: ist.

Mesaj gönderen xxl55 »

Sevgili lady çınar çaresizlikle ilgili alıntıda olsa güzel bir yazı ellerine sağlık paylaşımın için teşekkür ederim..
Kullanıcı avatarı
Ati10
Admin
Admin
Mesajlar: 975
Kayıt: 12 Eki 2006, 01:48
Konum: burhaniye
İletişim:

Mesaj gönderen Ati10 »

beyin fırtınasına yine güzel bir konu getirmişsin... teşekkürler esengül :gul:

eski bir nostaljik şarkı vardı, ya mustafaya mustafa..:) çok hoş bir şarkıdır.. adı tam böyle değildi belki, çocukluğumda severek dinlerdim bu şarkıyı:)
ama bu örnekte ya mustafa ya okul seçeneği ise hiç hoş görünmüyor...
toplumumuzda bu tür örnekler hiç de az değil... bazen yakın okul arkadaşlarımın evlenip okul hayatına son verdiklerine tanık oldum. bazen de evlendiğinde okumasını istemyen eşlere.. kızını okutmak istemeyen babalara...
örnekler çok maalesef.
bu bir seçim mi?
bence asla bir seçim olmamalı.. eğer seçim olacaksa tercih okumaktan yana kullanılmalı...
çevremde hem evlenip hem okuyanları da gördüm...

neden bir seçim olmamalı:
ben liseyi bitirdiğimde, o yıllarda şunu düşünüyordum:
üniversiteyi bitirdiğimde kendi alanımda iş bulamasam bile üniversitenin bilgi hazineme, düşünce ufkuma, toplum içindeki yerime, davranış biçimime kazandıracakları yanıma kar kalır... hatta sadece yabancı dil öğrenmiş olmayı bile yeterli görüyordum..
kendimize yapacağımız bu yatırımı feda etmenin bedeli ne olabilir!! hangi neden bunlardan daha önemli olabilir!

seçimini evlenmeden yana kullananlar için bir olumsuz boyut da şu olabilir:
genellikle okul çağları genç yaşlara isabet eder.. o yaşlarda birleştirilen hayatlar, üstlenilen sorumluluklar ilk başlarda aşkın ve sevginin gücüyle iyi gidebilir.. ileriki yıllarda ise çizgisi kesinleşen kişiliklerle farklılaşan çatışan kişilikler ortaya çıkmaya başar... kısacası, erken evliliklerde sonradan bu ve buna benzer sorunların ortaya çıktığını sıkıkıkla görebiliyoruz... erken üstlenilen sorumluluklar, gençliğini doya doya yaşayamadan bağımlı bir yaşama geçişin sorunları küçümsenemez...

altını önmle çizmek istediğim bir konu da şu:
özellikle bizim toplumumuzda erkeğine bağımlı bir hayatı seçen kadınlarımız oldukça fazla.. hayatlarını tamamen farklı bir kişiliğe bağımlı hale getirmek, kendi kendine yetecek durumda olamamak, bir ömrü birbiriyle her koşulda geçirmeye zorlayan en önemli etken...
toplumumuzda bu durumun sıkça görülmesinin nedenleri arasında, daha çok büyüklerimizin okuyup ne yapacak evinde oturup çocuklarına annelik yapsın, kocasının serveti bir ömür yeter hepsine gibi görüşlerin etkisi büyük.
bir kadının kendine ait bir hayatının olabileceği ihtimali bile düşünülmeden, ona karar hakkı tanınmadan verieln kararlar az değil..

ben evleneceğim bir kadının çağdaş insan olmanın tüm vasıfllarını kazanmasını isterdim..
eğer evlenmem öncelikli ise, evliyken eğitimini sonuna kadar desteklerdim, engel olmak yerine...

asla sevginin ağır basmasıyla feda edilecek bir insan hayatı olduğunu düşünmüyorum...
Forum Kurallarımız : https://gerigeldik.com/B3/viewtopic.php?f=1&t=1
Kullanıcı avatarı
xxl55
Yeni Üye
Mesajlar: 192
Kayıt: 12 Eki 2006, 19:18
Konum: ist.

Mesaj gönderen xxl55 »

Sevgili :gul: Ablacım yine güzel bir konu ile gelmişsin,
Ati hoca ve ablam güzel yorumlarınız içinde teşekkür ediyorum.

Malesef kaçıncı yüz yılda yaşıyor olmamıza rağmen halen taki atalarımızdan gelen kadının yeri evidir onu alıcak koca bakmakla yükümlüdür kadın evde oturmalı çocuklarına bakmalı evin tüm işini yapmalı eşine karşı olan görevleri yerine getirmeli diye bakılmaktadır..

Okul yaşlarında iki genç için en önde gelen sevgidir onlar için gelecek o kadarda çok önemli değldir o günkü yaşadıklarını hayatlarının sonuna kadar hep öyle gideceğini düşünürler. Ama düşünemezlerki evliliiğin nasıl olsa bir gün olucağını yine birbirlerini sevmelerinin yanında önce Eğitimlerini tamamlamaları gerektiğini, sonrasının zaten kendiliinden geliceğini.

Bencede öncelik okumaktan yanı olmalı, eğitimler tamamlanmalı,hani bir kaç yıl hasretini çekersin o çok sevdiğin aşkından uzak kalırsın ,onun için her gece göz yaşı dökersin ama buda sayılı bir zaman 3 veya beş yıl sonunda evlenilmesi için hiç bir engel kalmayan birde gerisi için keşkelerin olmayacağı daha olgun daha sağlam sağlıklı kararların verildiği bir evlilik olucağı için daha da sağlam temeller üzerine oturmuş olucağını düşünüyorum..

Kesinlikle her ne kadar seviyor olursan da ol, sevdiğin adama güvenmek kadar ayaklarının üzerinde durmayıda bilmelisin sevdiğin adam elinden tutmadığı zamanda kendiliğinden yürüyebilmelisin,..

önce eğitim sonrasıı kendiliğinden çözülür diyorumm
Kullanıcı avatarı
ussa
Yeni Üye
Mesajlar: 68
Kayıt: 01 Oca 2007, 00:53

Re: Beyin Fırtınası

Mesaj gönderen ussa »

Her anne çocuğun en iyiyi,en güzeli,en mükemmelini hdefler.önemli olan çocuğunuz mutlu olabileceği yerlere ulaşmasıdır.mutluluk başarıyı beraberinde getirecektir.mutluluğu yaratacak olan da çocuğunuzun ilgi ve yetenekleri doğrultusunda kendisini geliştirebileceği bir ortamda yer almasıdır.onu iyi tanıyın.onun dakendisini tanımasına fırsat yaratın.
Şair Kahlil Gibran'ın dediği gibi;
"Sizin değil çocukların
Özlenen bir yaşamın kızları,oğullarıdır onlar.
Sizden geldiler,henüz sizinleler,
Ama sizden yada sizin değildirler.
Sevginizi verebilirsiniz onlara,
Düşüncelerinizi değil.
Bedenlerini barındırabilirsiniz,
Ruhlarının değil.
Çünkü ruhları yarının evlerinde,
O evler ki ,düşlerinizde bile göremeyeceksiniz.
Onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz,
Ama onları kendiniz gibi yapmaya değil.
Çünkü hayat ne geriye gider,
Ne de geçmişle ilgilenir."
Kullanıcı avatarı
efdelya
Bizden Biri
Bizden Biri
Mesajlar: 715
Kayıt: 19 Mar 2007, 14:10
Konum: Kocaeli
İletişim:

Re: Beyin Fırtınası

Mesaj gönderen efdelya »

OKS çocukların hayatını zehir edecek kadar mı içimize girdi?
Yada gerçekten bu kadar paronayakça yaklaşan aileler varmı?
OKS kazanılmazsa dünyanın sonumu?
OKS kazanamayan çocuklar okuyamaz diye bir inanışmı var?
Düz lisede okuyan çocuklardan iyi bir üniversite kazanan olmayacak diyemi bu telaş?



oğlumun hayatını zehir edecek kadar içimize girmedi fakat,zehir etmiyecek şekilde bizimle bir bütün oldu :D
kesinlikle paronoyakça yaklaşmıyoruz ama kısacasıı oğlumu çokda serbeset bırakmıyoruz
tabiki oks kazanılmazsa dünyanın sonu değil ama ben şahsen üniversiteye girişin kazanılan okullarda okuyunca daha kolay olabileceğini düşünüyorum :roll:
azimm herşeyin başıı istenirse dışardan bile okuyan herkes üniversiteye girer ve okur oks şart değil
değimm gibii azimlii çalışkan bir öğrencii olursa düz lisedende istediği üniverseteye girer fakat bana göre bu okullarda verilen eğitim daha kaliteli o yüzden oğlumun oks yi kazanmasını istiyorum :mmm:
"en güzel çağlarını sınav diye geçiriyorlar" demişisn canım ama birde işin farklı boyutunu düşünürsek mesela;
ergenlik dönmeindeler ve en kötü dönem bu dönem nereye saldıracaklarını neler yapacakalrını şaşırıyorlar,en güzeli benc eonların sıkı bir şekilde hazırlanmaları tabii paronayakça değil,ama boış vakitlerininde kalamamsı gerek bence ki kötü yola kötü arkadaşalra sapmasınlar.Mesela benim oğlumdan örnek verecek olursak haftanın üç günü okulumuzun abileri var onların evinde kalıyor test çözümlü ,ders çalışmalarına yardımcı olan,gerektiği zamn dışarıya gezmeye çkabilen ,gerektirğinde basketbol oynamaya çıkan hatta dün akşam meselea sinemaya gittiler birlikte,ama başlarında yanlarınada ona örnek olacak birileriyle birlikte,haftanın bir akşamıda okulun yurdunda öğretmenleri gözetminde yine ders anlatımlı ama sosyal faaliyetlerinde ,havuz,futbol,basketbol,vs olduğu bir akşam geçiriyorlar
hafta sonu dersane ve çok sevdiği futbol var hafta sonları akşmaalrıda idmana çıkıyor hem oksye hazırlanıyor hem sevdiği bir sporu yapıyor
evde olduğu akşamlar bilgisayarda vakit geçirmeside cabası yani kısıtlama yok o herşeyin farkında ve kendi isteğiyle yapıyor bütün bunları o yüzden içim rahat
bence bu yaşlardaki çocukları çok fazla başıboş bırakamamalı,bazenn acıyorum yoruluyor diye düşünüyorum ama herşeyy onunn içinn onun geleceği için

emoşcum çok güzel demişsinnde onlar sadece çocukk işte bak ne güzel çocukkk onlar daha herşeyin farkında değiller,akılları başlarına geldiğindede iş işten geçmemesi için yapılan tüm bunlar
hee bakın kesinlikle paraonayakça değill ama çokda boş bırakmadan takipçi olmak gerek bence
herşey onlar için
Kullanıcı avatarı
ussa
Yeni Üye
Mesajlar: 68
Kayıt: 01 Oca 2007, 00:53

Re: Beyin Fırtınası

Mesaj gönderen ussa »

ÜSTÜN-İNSAN


Ahlâk nasıl iyi yüreklilikte değil de kuvvetleyse, insan çabasının amacı da, herkesi yükseltmek değil, daha iyi, daha kuvvetli bireyler geliştirmektir. “İnsanlık değildir amaç, üstün-insandır.” Aklı başında olan her adamın yapacağı en son şeydir, insanlığı geliştirmek. İnsanlık düzelmez, hattâ insanlık diye bir şey yoktur bile. Bir soyutlama işidir, bütün var olan. Bireylerden meydana gelmiş olan geniş bir karınca yığınıdır. Bütünün görünüşü, her çağda bazı şeylerin bazen kazandığı, çoğu başarısızlıkla sonuçlandığı büyük deney atölyesine benziyor daha çok. Bütün deneylerin amacı da, yığının mutluluğu değil, tipin mükemmelleştirilmesidir. Yüksek tipler çıkmazsa, toplumlar varsın batsın, daha iyi. Toplum, bireyin gücünün ve kişiliğinin artması için bir araçtır.
Topluluk kendi başına bir amaç değildir. “Makineler ne işe yarar, bütün bireyler yalnızca onların bakımında kullanılacaksa? Makineler ya da toplumsal örgütler kendi başlarına amaç oldular mı, bu insanlık komedisi demektir.”

Nietzsche ilkin, yeni türlerin üretimini umut eder gibi konuşuyordu. Sonradan üstün-insanını, yığınların bayağılık çamurundan, tehlike ortasında yükselen üstün birey olarak düşünmeye başladı. Varoluşunu, doğal seçimin rastlantısına değil, insan tarafından bile bile dikkatli bir biçimde beslenmesine borçluydu. Çünkü biyolojik süreç, ayrıcalıklı bireye karşı önyargılıdır. Doğa en güzel eserine karşı zalimce davranır. Daha çok bayağı olan, sıradan olanı sever ve korur. Doğa daima insanı belli bir tipe, yığının seviyesine indirmek ister. En iyi olana, çoğunluk hâkim olur daimâ. Üstün-insan ancak insan seçimiyle, soyun düzelmesini öngörmeyle, soylu eğitimle sağ kalabilir.

Yüksek bireylerin aşk uğruna evlenmeleri ne saçma şey! Hizmetçilerle evlenen kahramanlar, terzi kadınlarla evlenen dâhiler! Schopenhauer yanlış söylüyordu. Aşk, soyu düzeltmez. İnsan âşık oldu mu, bütün hayatını etkileyecek kararlar almasına bırakılmamalıdır. Bir insan aynı anda hem sevip hem de akıllı olamaz. Âşıkların birbirlerine verdikleri sözlerinin geçersiz olduğunu açıklamamız ve aşkı evlilik için kanunî bir engel tanımamız gerekir. En iyi olan, ancak en iyi olanla evlenmelidir. Aşk aşağı tabakaya bırakılmalıdır. Evliliğin amacı yalnızca çocuk yapmak değildir, aynı zamanda onları geliştirmektir de.

“Gençsin, evlenmek, çoluk çocuk sahibi olmak istiyorsun. Ama sorarım sana: Çocuk istemeye cüret edecek adam mısın sen? Başarılı mısın? Benliğine hâkim olan mı? Duyularına buyuran mı, erdemlerinin efendisi mi, yoksa isteğinin ardında hayvansı bir taraf ya da gereklilik mi var? Yoksa yalnızlık mı? Yoksa kendi kendine çatışma mı? Çocuk, zaferin ve özgürlüğün özlemini duysun dilerdim. Zaferinin ve kurtuluşunun üzerine canlı anıtlar dikeceksin. Kendinden öteyi kuracaksın. Ama ilkin bedenini ve rûhunu tam sağlamlaştırmalısın. Genişlemekle yetinmeyecek, derinleşeceksin. Evlilik: Var olandan daha üstününü yaratmak için, iki kişinin istemidir derim. Evliliği, böyle bir istemi isteyecek olanların birbirine saygısı olarak kabul ediyorum.

İyi bir doğum olmadan, soyluluk olamaz. Yalnızca akıl, kişiyi soylulaştırmaz. Tersine, aklı soylu yapacak bir şey gerektir hep. Nedir peki, gerek olan? Kan... (Burada rütbe anlamında, ‘Lord’ gibi sözler değil demek istediğim.)

Sağlam ana babadan iyi doğum oldu mu, üstün-insan formülündeki bundan sonra gelen şey, ciddî bir okuldur. Burada mükemmelleşme, tabiî bir şekilde yer alacaktır. Övgüye bile yer verilmeyecektir. İnsanın rahatını sağlayacak şeyler az, sorumluluklar çok olacaktır. Burada bedene sessizce acıya katlanması, istem’e de buyruk dinleyip buyurması öğretilecektir. Özgürlük saçmalığı diye bir şey olmayacaktır. Hoşgörü ve “özgürlük” yüzünden maddî manevî gevşeme olmayacaktır. Bununla birlikte insan bu okulda yürürken, kahkahalarla gülmeyi öğrenecektir. Filozoflar, gülebilme yeteneğine göre sıralanacaklardır. “En yüksek dağları bir adımda aşanlar, bütün tragedyalara gülebilirler.” Üstün-insanın bu eğitiminde ahlâkın sirkesi olmayacaktır. İstem sıkı bir düzene sokulacaktır, ama beden yerilmeyecektir. “Durmayın, raks edin güzel kızlar! Güzel ayak bilekli kızların düşmanı olarak, kötü gözle bakan oyun bozan yoktur karşımızda.” “Üstün-insan bile ayak bileklerinden hoşlanabilir.”

Böyle doğup büyüyen bir adam, iyi ve kötünün ötesindedir. Amacı gerektiriyorsa, ‘böse’ yani kötü olmaktan çekinmez. İyiden çok, korkusuz olur. “İyi nedir? Kahraman olmak iyidir.” “İyi nedir? İnsandaki iktidar duygusunu, iktidar istemini, iktidarın kendini arttıran şeydir. Schlecht, yani kötü nedir? Zayıflıktan gelen her şey.” Üstün-insan baskın belirtisi, amacı olduğu süre tehlike ve mücadele aşkıdır belki de. Her şeyden önce mutluluğu çoğunluğa bırakacaktır. “Zerdüşt uzun yolculuklara çıkanları, tehlikesiz yaşamayı sevmeyenleri severdi.”

Böylece çağımızda, nedenlerinin bayağı olmasına rağmen her türlü savaş iyidir. “İyi bir savaş her türlü nedeni iyi göğüsler.” Devrim bile iyidir; kendi başına değil ama. Çünkü yığınların hakîmiyeti kadar uğursuz bir şey olamaz. Devrimin iyi olmasının nedeni, mücadele anlarının ve fırsat bulamamış bireylerin gizli büyüklüğünü meydana çıkarmasıdır. Bu karışıklıktan, kendini gösterecek olan yıldız doğar. Fransız devriminin karmaşa ve saçmalığından Napolyon çıkmıştır. Rönesans şiddet ve düzensizliğinden, Avrupa’nın o ana kadar görmediği sayısız güçlü birey çıkmıştır.

Enerji, akıl ve gurur... Bunlardır, üstün-insanı yapan. Ama bunların uyumlu hâle getirilmeleri gerekir. Tutkular; isteklerin karmaşasını, kişiliğin gücüne uyduran büyük bir amaç uğruna seçilip birleştirildiklerinde, büyük güçler hâline gelirler. “Bitkilerin bahçıvanı olmayıp, toprağı olan düşünürlerin vay hallerine!” Dürtüleriyle hareket edenler kimlerdir? Zayıflar; dizginleme gücü nedir bilmezler çünkü. Hayır diyebilecek güç yoktur onlarda. Sürekli çatışma durumunda rûhu bozuk kişilerdir. İnsanın kendini disipline sokması budur işte. Ve en büyük şeydir. “Yığınlar içinde herhangi biri olmak istemeyen adam, kendine karşı rahat davranmayı bıraksın. Kişi, amacı için başkalarına özellikle de kendine sert davranmalıdır: Dosta ihânet dışında, uğruna her şeyin yapılabileceği bir amaç gerek. Soyluluğun son örneği, üstün-insanın son formülü budur.”

Ancak böyle bir insanı emeklerimizin hedefi ve ödülü olarak görerek, hayatı sevebiliriz. “Öyle bir amacımız olmalı ki, onun uğruna birbirimizi sevelim.” Ya kendimiz büyük olalım ya da büyük olanın uşağı ve âleti olalım. Ne hoş bir görünümdü o milyonlarca Avrupalı, Bonaparte’ın amacına araç olup, onun adını seve seve anıp düşüp öldüklerinde! Belki aramızda anlayanlar, seviyesine ulaşamadığımız o kişinin, peygamberleri olabilir ve gelmesi için yolunu hazırlayabilir. Bizler, ülkeler ve zamanlarla ilgimiz olmadan, birbirimizden nice farklı olsak da, bu amaç için birleşebiliriz. Zerdüşt bu gizli yardımcıların, bu üstün-insanı sevenlerin seslerini duyabilse, acı da çekiyor olsa, kendi türküsünü söyler. “Siz bugünün yalnızları! Siz ayrı duranlar! Bir gün gelecek, birleşip bir ulus meydana getireceksiniz. Kendi kendinizi seçtiğiniz sizlerden seçkin bir ulus doğacaktır. Bu ulustan da üstün-insan çıkacak.”

Felsefenin Öyküsü - Will Durant
Türkçesi: Ender Gürol
Cevapla

“Genel Konular” sayfasına dön